İNSANÎ MEZİYETİ OLANLARIN; KABUL GÖRMEDİĞİNİ, NAMERDLER KAPIŞIR…

27 03 2024
 
432270025_122138254736045375_2217893254617874054_nBen bu yazıyı, ŞEYH SAİD Başkaldırısında, direnişin önemli dayanaklarından, GUEWDERÎ AŞİRET Liderinden YİB MEHUN’un Soylu direniş tarihinin ardılı olarak, 18 Şubat 2002 Tarihinde kaybetiğimiz Sıraç KARAARSLAN’ın ve 6 Şubat 2013 Yılında kaybettiğimiz aile üyelerimizden İhsan ŞENER’in anılarına ithaf ediyorum.
BU YAZININ Temasının kimi kısımlarını daha önce, seri yazı haliyle, ‘’ TARİH ANLATIMINDA, BİR ELEŞTİRMEN, BİR AKADEMİSYEN VE PANEL DÜMENİ’’ Başlıklı, altı farklı makale olarak yayınlarken, facebook’un ‘’argoritmasının’’ zarafetine uğrayarak, facebook hesabımız permanent kapatıldı. Bu zamansız sansürden dolayı yazımızın bütün bölümlerini kamuoyuna sunamadık.
Daha sonra bu yazının, düşündüğümüz günkü temayı genişleterek, geçen sene 6 Şubatta yazıp, kamuoyuna sunmayı düşündük. Malumunuz, geçen sene de 6 Şubat depreminin gündeme oturması, bu çabamızı bugünlere bıraktı. Zira; dijital teknolojinin tavan yaptığı, iletişimin bu zaman dilimlerinde hangi gün, yoğun gündemlerle, insanlar; meşgul değil ki..?
Dolayısıyla; amacımız, gündemin yoğun olduğu bu ortamlarda, bu tür yazıların, geniş rağbet görmesinden, ziyade; tarihe düşürülmesi zorunlu olan notlar olarak, hafızaya yerleştirilmesini temenni ederiz.
Yazımızın ilk yazıldığı günlerde kullandığımız ‘’Tarih Anlatımında Bir Eleştirmen…’’ de kastımız, Kürd Kanaat Önderlerinden Sayın İbrahim GÜÇLÜ’ydü. Çünkü; Sayın İbrahim GÜÇLÜ, 12 Eylül faşizm koşullarında, Kuzey Kürdistan’lı örgütlerin mücadele sahasını terk ederken, Güney-Batı (Rojava) Kürdistan’da ve Suriye alanlarında P.K.K/Apoculardan ayrılanlara, diğer; Kürd örgütlerin yardım ettiğine dönük beyanların; kendisi ve değerli ailesinin yardım ve fedakarlıklar konusunda sorumlu bir itinayla ve sergiledikleri emek ve de hassas davranışlarını, kalkıp, diğer; örgütler bazında da yapıldığına dair, yapılmadığını yapılmış gibi yansıtıp, bu konuda kendini zorlaması, gerçeği yansıtmıyordu.

Kendisi ve hanımının cüretli girişimlerini ve fedakarlıklarını genelleştirmeleri, onun/onların mütevaziliğinden kaynaklandığına inanıyorum.
Kuzey-Kurdistan örgütlerin, bırakın P.K.K’den ayrılanlara yardım etmek, bu örgütler birbirinin yardımlarınaSoylular ve Soysuzlar ihtiyaç duyarken, birbirlerine yardım yapmaktan bile uzak bir mantalitenin sahibiydiler, hatta ve hatta aynı örgütün elemanları olarak birbirine bile, yardım edilmediğinin pratiklerine tanık olmuşluğum oldu.
Organize işlerin prağmatik menfaatleri doğrultusunda, P.K.K’den kaçıp ayrılan birkaç kişiye yardım yapıldığının münferit olaylarını saymazsak.
‘’Tarih anlatımında bir akademisyen….’’le, kastımız DOZ Yayınlarında editörlük bölümünde faaliyet yürüten Hasan YILDIZ’ı işaret etmiştik.
Yine; ‘’Tarih anlatımında panel dümeni’’ olarak kastımız, Selim Çürükkaya’nın önce; Murat Dağdelen’le, sonra; M. Can Yüce ile birlikte Xani TV, You Tube kanalında, sunduğu ‘’P.K.K’nin öteki tarihi’’ programında, yaşanan tarihi gerçekleri çarpıtarak, Apocular ve Şükrü Gülmüş gibi, tarih anlatma ve karartmanın farklı bir versiyonun da sunumunu yapmış olmasıydı.
Bir dönem; Şükrü Gülmüş’ün, yaşanmış tarihi gerçekler konusunda, Nasname bünyesinde yapmış olduğu namert ve sinsi tahrifatlar, şimdi de farklı bir versiyonda, Selim Çürükkaya tarafından, Xani TV, You Tube kanalında yapılmaya çalışılmaktadır.
Yaşadığımız bu toplumsal trajedinin, bu gün ulaştığı boyutlarını, 1993-97 Yılında ‘’Adını Koyamadım’’ romanında neden ve sonuçlarına işaret ederek, realist bir roman betimlemesiyle, içsel ilmin sezgileri doğrultusunda, genelde olduğu gibi, ülkemiz özgülünde ki olaylara ve gelişmelere uyarlanarak, ayrıntılı olarak ele alıp, yazmıştım.
Ama; idrak ve algılama yetilerinde, henüz çok ergen olan Hasan YILDIZ, bir editörün hakkı olmayan bir davranışla, kitabımızın ‘’Türkiye’de’’ yapılan baskısında, büyük bir tahrifat yapmanın yanı sıra, bir bölümünü komple, kitabın baskısından çıkartarak yayınladılar.
aTesadüf gibi görünen bütün bu olasılıkların ve daha farklı bağlantıları bu resme dahil ettiğimiz de, hiçbir şeyin tesadüf olmadığının izlenimine varmaktayım.
Bütün bu olasılıklarla yüzleşeceği düşünülmemiş miydi? Düşünülmüştü, düşünülmesine, ama; Selim Çürükkaya’nın, bu yakın günlerde yayına koyup ve Xani Tv, You Tube kanalında sunduğu ‘’Sadece 2 Kişiydik bir de kitap’’ isimli doküman filminde, yaşanmış gerçeklerin bilinçli olarak çarpıtılacağını, bütün bunların, ta o günlerin art niyet tasarılarıyla planlanmış ve düzenlenmiş olunacağını, gerçeklerin çarpıtılarak video kayıt altına alınmış olacağını, bu sırada kendisine sunulan bütün fedakarlıkları ez geçip, kendisine harcanan emekleri, kendi bireysel prağmatik çıkarlarına yontacağını, sanmıyorum; ne İhsan ŞENER ve Ailesi, ne de Sıraç KARAARSLAN ve kimi aile fertleri, sinsiliğin derinliğinin, bu kadar kapsamlı olacağını düşünmüştü.
Selim Çürükkaya’nın bugünlere gelmesinde Sıraç KARAARSLAN ve İhsan ŞENER’in rolü.:
Gerek, Selim Çürükkaya’nın bugünlere taşınmasında, gösterilen fedakarlık ve emeklerin sahipçileri olarak ve gerekse daha sonra; Şükrü Gülmüş’ün Nasname’sinin ilk kuruluş çalışmalarına sunulan maddi katkıların yanında, yazınsal olarak ta katkıların sunulduğunun, emek sahipçileri olduğunun, takdimiyle sunmak gerekir, Sıraç KARAARSLAN’ı ve İhsan ŞENER’i.
Bu yazıda ki amacım, kimseyle bir polemik gündemi yaratmak değildir. Bilakis; tanık olduğum yaşanan tarihi gerçekleri kendi gözlemlerimle aktarmaktır. Dolayısıyla; yaşanan bütün gerçekleri bir tek makaleye sığdırtmak imkansızdır. Bu vesileyle, yaşanan gerçeklere olan tanıklığımı, sıralayarak, aynı başlık altında, birden çok seri makalelerle, facebook’un akıllı ‘’argoritmasının’’ işlemlerinin zarafetine maruz kalmazsak, okurlara sunacağım.
Bugüne kadar ailemin her hangi bir üyesi hakkında, bütün olağan üstü emek ve fedakarlıklarına rağmen, artı; aynı zamanda, sergiledikleri bütün direnişçi mücadelelerine rağmen bir yazı kaleme almış değilim, ama; yaşanan tarihi gerçekleri çarpıtanlara karşı, bu tarihi sürecin bir tanığı olarak, suskun kalmak etik olmayacağını düşündüğümden, bu yazıyı kaleme aldım.
Bugün, her iki insanımızda hayatta değil, bu yazıyla; hem onların emek ve fedakarlıkları yad edilmiş olunur, hem de; yeni nesillerin, yaşanmış olunan tarihi olayların gerçekleri konusunda, doğru bilgilenmeye dönük, katkı sunulmuş olur.
O zaman makalemizin ikinci bölümünde buluşmak dileğiyle, görelim gerçekten, yaşanan tarihi gerçekler, vefasızlıkta tavan yapmış Selim Çürükkaya’nın , büyük bir sahtekarlık ve namertlikle, düzmece bir kurguyla düzenlediği, ‘’Sadece 2 Kişiydik bir de kitap’’ adlı videoda sunduğu gibi mi gerçekleşmiş, yoksa; bütün riskler göze alınarak, olağan üstü fedakarlıkların çabaları sonucu mudur, göreceğiz.
                                                              2. Bölüm
YUNAN MİTOLOJİSİNDEN Bihaber olan insanlarımızın, hele; sokaktaki avamın hiçte ilgisine nail olmayan431041438_426806913338495_885215131457641063_n tragedya tarihinin, tek tek varlıklardan oluşan toplumlar tarihine nasıl örüldüğünün bilgisinden mahrumiyet, doğal olarak ecdatlarımız, Ali ŞERŞeyh SAİT, Seyit RIZA, Yib MEHUN, Qazî MEHEMMED ve daha yüzlerce, binlerce onurlu insanlarımızın trajedisine, yenilgisine ve acı haykırışlarına sebebiyet oluşturmuştur. Bu sebepledir ki; acılarımız ve hayretlerimiz, soylu ecdadımız olan Seyit Rıza’nın söyleminde şöyle dile getirildiği hepimizin malumudur: 
‘’Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu; bana dert oldu. Ama; ben de sizin önünüzde diz çökmedim bu da size dert olsun…’’ 
Oysa; Yunan mitolojisi, halkımızın kendi tarihiyle çok, ama; çok yakın ilişiği/bağlantısı olan bir mitolojik tarih zenginliği, tarihçi ve tragedya’nın babası olan Aiskhylos (Eshilos) yazımında…
Aiskhylos’un yazımlarının en belirgin özelliği, Hubris/Nemesis tanısına dikkat çekmiş olmasıdır. Bu ne anlama gelmektedir; her kibrin, aşırı derece de, kendini beğenmişliğin küstahlığı, bir cezalandırmaya davetiye çıkarttığının toplumsal ve doğasal yasasına dikkat çekmiş olması, manasına gelmektedir.
Soylular ve SoysuzlarKendilerini çok yakından tanıdığım A. ÖcalanSelim Çürükkaya,Şükrü Gülmüş ve daha farklı siyasal organizasyonlarda bulunmuş/bulunan kendileri gibi yüzlerce sima, bilgi zenginliğinden mahrum, ama; ayak oyunlarında hüner sahibi bu şahsiyetler, yaşama atılımları ve irdelemeleri insanî meziyet kazanıp, halkının ve insanlığın acı dertleriyle uğraşıp, gerçek manada çözüm üretmek değil, sömürgecilik boyundurukluğu altında kendileri gibi sefil yığınsal ilginin odağı olmanın, dizginsiz ihtirası içinde, kendilerine içsel bir misyon biçtiklerinden dolayı; bırakalım, sömürgecilik boyundurukluğunda tutulan halkımızın gerçek manada sorunlarına çözüm olmayı, çözümsüzlüğün ana kaynağı olmuşlardır. Keşke; bununla sınırlı olsaydılar.
Birde halkımızın geleceğine dönük örülen sömürgecilik egemenlik sisteminin yeni projelerine, eş güdümlü bağlantı, ilişki düzeneklerine kendilerini bir tike olarak sunmuş olmalarıdır. Bu somut gerçeklik; güvensizliğin, umut yitiminin, ahlaksal/etik çöküntünün toplumsal bünyede iliklere kadar sirayet etmesine yol açmıştır. Dolayısıyla; bir toplumun rezaletinin analizi, öncelikli sıralama da, o toplumun entelektüel topluluğun kokuşmuşluğu ve çürümüşlüğünü özünde ihtiva eder.
Bütün bu sorunsal kombinasyonun bilgisinden mahrum olan sokaktaki insanlarımız, bu çabalarımızı ‘’kişisel’’ çekişmenin temasına yorumlaması onların cehaletine yorumlana bilir. Böylesi; sokak insanların fiskos, tandır başı sohbet telalığı, bizi; tarihi gerçekleri karartmaya yeltenenlere karşı pasif ve atıl bıraktırmaz.
Yazımıza söz konusu olmuş A.Öcalan, Selim Çürükkaya, Şükrü Gülmüş gibi embesil kişiliklerin, neden bu tarz şuursuz davranış içine girdikleri, zibilliğinde nasıl ötüp, yazması, elbette ki, bizim sorunumuz değil, ama; söz konusu kişiler, kalkıp tarihin ve gerçeklerin karartılmasına yeltenip, kavallarını çalıyorsalar ve bu kaval sessine aldanan yüz binlerce cehalet girdabında ki yığınların, histeriksel davranış ve tutumların ne tür acılara ve trajedilere yol açtığının olasılıklarını, her kes; bu yakın yarım asırlık tarihi gerçeklerin düzleminde, idrak ederse ve elini vicdanına koyarsa, gösterdiğimiz duyarlılığa hak verir.
Bu vesileyle, konuyu mümkün olduğu en iyi bir şekilde optimize etmek için, Selim Çürükkaya’nın Avrupa’ya nasıl geldiği ve bizimle nasıl irtibata geçtiği ve de kitabın nasıl basıldığının tarihçesini ve ona yapılan yardım ve de emekleri sıralamak gerekir.
İlk öncelikle; 1993 Yaz aylarında, S.Çürükkaya’nın, Apocular tarafından Lübnan’ın Bar Elias kasabasında tutsak olduğu ve ordan kaçtığı duyumunu, Av: Hüseyin Yıldırım, Aile üyelerimizden İhsan ŞENER Abime aktarmış, daha sonra kendisi tarafından bilgilendirilmiştim. Çok kısa bir süre sonra, Almanya’nın Bremen şehrinde, Apoculara karşı, Şeyh Said İsyanında saygın ve onurlu bir yeri olan Yib MEHUN Aile efradından Sıraç KARAARSLAN isimli insanımızın öncüllüğünde Apoculara tavır koyulduğunun bilgisi ulaştı bize.
Ki; 1993 tarihlerinde, Avrupa‘da, hele hele Almanya gibi bir yerde, yüz binlerce histeriksel yığınları harekete geçiren P.K.K’ye tavır koymak, her babayiğidin harcı değildi. Olamazdı, böylesi bir durumda en yakının senden kaçardı/kaçıyordu da. Bu öz kardeşin olsa bile, sana kapısını kapatırdı. Ve kapatıyorlardı. Deliye yorumlanıyordu. Ama; bu tarz tanıların ve belirtilerin olmadığını görenler. Hemen çok küstahça yafta takardı. Yani; kısa ve öz olarak söylersek; amiyane tabirlere vurgu yapmadan ifade edersem, mangal gibi yürek gerekiyordu, yüreeeek.
Her ne kadar ben, ta 1984 Haziran ayında, PKK’ye karşı tavrımı koyup, Ailemin kimi üyeleri benimle ortak hareket etmiş olsalar da, bir çok üyesi de, ancak; 1991’de, Mehmed Cahit Şener Abimin ayrılığı ve oluşturduğu PKK/Vejin muhalefetiyle birlikte, M.C.Şener’den yana tavır koyup, PKK/Vejin oluşmasına her tür fedakarlığın hizmetinde bulundular.
431502162_426807036671816_3331187760418917177_nBu vesileyle; İhsan ŞENER ve Av:Hüseyin YILDIRIM Gibi PKK/Vejin bünyesinde siyasal bir bağlantım ve isteğim, kendimce kabul görmesem de, bir çok konu da İhsan ŞENER’le, Abi-Kardeş, Av:Hüseyin Yıldırım’la arkadaş ilişkileri çerçevesinde bilgi alış verişi, düşünce ve görüş belirtme istişarelerimiz her zaman olurdu. Dolayısıyla; Almanya’da ki gelişmeler ilgimin çekim alanındaydı.
Selim Çürükkaya, daha sonra Almanya’ya gelip, Sıraç KARAARSLAN Ve kardeşi Fuat KARAARSLAN’ın ilişki, imkan ve olanakları içinde kendini korumaya aldıktan sonra, 1994 Yılında, bizimle irtibata geçip, yanımıza gelme ve ailemizden özür dileme isteğiyle birlikte, yazmış olduğu ‘’Apo’nun Ayetleri’’ kitabın basımı konusunda yardımcı olup, olamayacağımızı, olası saldırılar karşısında, kendisine sahip çıkıp, çıkamayacağımızı Av:Hüseyin Yıldırım aracılığıyla, telefonla bize aktarılınca, söz sahibi aile büyükleri olarak, bize iletilen konu üzerinde bir toplantı yaptık.
O zaman, Annem Saliha ŞENER memlekete gitmişti. Konuyu onunla da telefonla konuştuk. İhsan ŞENER ve Av: Hüseyin Yıldırım doğal olarak P.K.K/Vejin yetkilileri olarak, bu konuyu, o sıralar Güney-Kürdistan’da bulunan Sarı Baran’a da aktarmıştılar.
Her ne kadar aile onurumun sorumluluğu gereği, benim kendime özgü tutum ve davranışlarım, Cezaevi kadrolarına dönük negatif minvaldeyse de, çünkü; A. Öcalan, bu sefil ve aşağılık topluluğun acı, ızdırap dolu olağanüstü emeklerle verdikleri, kendi cezaevi direniş tarihlerine dönük, ihanetçi bir tutum sergilemiş olmaları, (bu yazının ilişikte sunduğumuz Selim Çürükkaya’nın düzmece bir kurguyla kayıt altına aldığı ve yaşanan gerçekleri farklı bir varyanta anlatıp sunması gibi) onların yalan, dolan, düzmece aşağılık itiraflarıyla, 80 Kişiyi aşkın zindan kadrosuyla yapmış oldukları ‘’Zindan Konferansı’’ ylamilyonlarca histeriksel topluluklar nezdinde, başta; Saliha ŞENERMehmet Cahit ŞENER Olmak üzere, Ailemizi karanlık bir kuyuya itmiştiler. Deyim uygunsa, büyük üstat Yakup/İSRAİL‘in oğlu Josef/Yusuf hazretlerinin trajedisi misali gibi.
Parantez içinde şunu belirtirsem..:
Pandora KutusuHani, en az kendileri kadar olmazsa da, A. Öcalan, Selim Çürükkaya, Şükrü Gülmüş‘ten, az buçuk göreceli dürüstlüğüyle duruşuyla, ilerde olan, ama; şarlatanlığıyla ve sinsiliğiyle de moral bulmaya çalışan Fuat Çavgun, Öcalan için ”…adam sistemini kurmuştu.” demesinin yanısıra, sırf Mehmet Cahit ŞENER’e dönük içsel nefretini de, ”Tek Tip Elbise” olaylarını değerlendirirken, ”…Önderler çaresiz olamaz.” derken, adama sormazlar mı hey bre mahluk, ”Zindan Konferansı” tezgahında, 80 Kişilik katılımla, hiç mi aranızda ”önder” düzeyinde kadro yok muydu…? Bir de konu direnişler konusuna gelince; bu tür unsurlar, mangalda kül bırakmazlar.
Bu kadar utanmazca, kendi direniş tarihinizin üzerine, adeta sıçtınız. Birde utanmadan Mazlum‘ların, Hayri‘lerin, Kemallerin, Necmettin BÜYÜKKAYA‘ların ve benzerlerin onurlu direniş tarihinin arkasına sığınarak, aklınızca; riyakarlığınıza, moral bulmaya çalışacaksınız…?
YÜCE RAB‘im kabul görürse, biz; söz konusu”Tek Tip Elbise” giyip-yiymeme manipülatif algı yaratma hadisesine ve daha farklı konulara da geleceğiz. Hiç bir mahlukat tasa etmesin.
Kaldığımız yerden devam edersek..:
Dolayısıyla; o sıralar önceliğimiz, bu karanlık kuyudan çıkmanın zorunluluğun aciliyetindeydik ve biz bunun bilincindeydik. Ama; Saliha ŞENERİhsan ŞENERAv:Hüseyin Yıldırım’ın, PKK/Vejin’in siyasal ve örgütsel prağmatik endeksli yaklaşımlarıyla, takınmış oldukları pozitif tutumlarıyla, Selim ve eşi Aysel Çürükkaya’nın, İsveç’e yanımıza gelmeleri ve kendilerine sunacağımız destek ve yardımlar konusunda, kendileriyle belli prensipler temelinde uzlaşıya varmıştım.
Bir kere Selim Çürükkaya’nın, kitabın basılmasından sonra, sinsi sinsi kurguladığı ilişikteki video kayıtta, söz konusu Naif Kut namı diğer Laleş Kaso’nun, bırakalım kendisine, Selim’in iddia ettiği bağlamda yardım etmesi, bir çok konuda Naif Kut’un kendisinin yardıma muhtacının olma vesilesiyle, sıklıkla kendi ailesiyle birlikte İhsan ŞENER Abimin evinde zamanlarını geçirirdiler. Zira; o da İsveç’e yeni gelmiş, İsveçce on kelimeyi yan yana getirebilecek bir dil öğrenimi bile yoktu.
Üçüncü Bölümde buluşma dileğiyle ele alacağımız konu; Sıraç KARAARSLAN ve Kardeşi Fuat KARAARSLAN’ın Almanya’da olağan üstü cesaret emsaliyle, önce; üç aya yakın her yönüyle gösterilen fedakarlıkla Aysel Çürükkaya‘nın korunup ve barınma koşullarının organize edilerek eminiyete alınması ve sonra Selim Çürükkaya‘nın gelmesiyle birlikte söz konusu fedakarlığın daha da katlanmasıyla, ta ki; Av: Hüseyin Yıldırım’ın refakatinde Stockholm’a, yanımıza gönderilmesinin bütün maddi imkanları da kendileri tarafından karşılanarak, yaşanmış gelişmelerin ve daha farklı parametrelerin gerçeklerini YÜCE RAB‘imizin takdir ve izniyle sunmaya çalışacağız.
                                                                      3. BÖLÜM
SERİ Yazımızın birinci ve ikinci bölümlerinin Selim Çürükkaya’nın cephesinde cereyan eden depreşme, kendisinin Günter Wallraff ‘ı profiline alarak embesil kişiliğiyle aklı sıra dışarıya ne başarılı Robin HOOD İmajını vermeye çalışmış olmasıdır, hiç te zahmet etmesin, biz; Günter Wallraff’ın hangi emeklerle konuya müdahil olmasının gerçeklerini de yazacağız.
Şükrü Gülmüş’ün zibilliğinde ötmesi de profilinde şöyle yansımış..:
‘’Düşmanlarımla cennette olacağıma, dostlarımla cehennemde olmayı tercih ederim…’’
Bu zevatın daha bu yakın zamana kadar da, kendisi gibi, bu cibiliyetsizlere sarf etmediği laf bırakmadığını, en kötü ifade tarzını, her fırsatta dile getirdiğini, konuya vakıf olanlar açısından, bilinen bir şey.
Yazımızın birinci bölümde ki, ilişikte paylaştığımız görselin, kendi zihin dünyasında depreştirdiği nefretini dilendirmiş olması ve ilişikteki görselimizden kalkarak, kirlilik ve namertliğin üç as’ı olarak betimlediğimiz, Öcalan ve Çürükkaya’yı kendisiyle birlikte, kendilerini, kendisiyle bir dost olarak, cehennemde tasvir etmişse ve o tarz cehennemde bulunmakta kibirleniyorsa, bu onun sorunudur.
Tasarı sanatından bilgi sahibi olsaydı görsel de, kendilerini ateşin/cehennemin içinde değil, önünde ve ateşin arkalarında durduğunun, tasvir edildiğini görecektiler. Dolayısıyla; görselimiz, bu embesil ve garaz kişiliklerin arkalarında bıraktıkları kanlı, kirli pratiklerin icraatlarıyla ilintili bir tasvirdir. Bu sebepledir ki; sorgulanması gereken bu kirli tarihin hesabının, tarih ve toplum nezdinde sorgulanmasıdır.
Her ne kadar bu fodul, garaz, embesil nefret dolu unsurlar, özellikle; Şükrü Gülmüş’ün dile getirdiği söylemde, bizi kendilerine düşman olarak görse de ve böyle yansıtmış olsa da, bizim kendilerine söylemek istediğimiz, biz; sizleri asla ve asla ‘’düşman’’ görmeyiz. Siz kim oluyorsunuz ki, size düşman olalım..?
Adımızın sizinle ‘’düşman’’ olarak anılması bile bizim için, bir utanç olur. Bunu böyle bilesiniz.
İdrak yetilerinize sağlıklı bir işlev/mekanizma katmak için, size zooloji bilim verilerinden, bir anımsama yapalım; sırtlanların, çakalların, akbabaların uyduruk ‘’tarih anlatım hikayeleri’’ aslanların meydanlara indiği/ineceği zamanla sınırlıdır.
Sizin adınıza, doğanın ve toplumun yasalarının, bu kuralını unutmuş olmanıza üzülmemek elden değil, ama; üzüntü duyulacak hiçbir insani meziyetiniz kalmamış ki, üzüntümüze değsin.
İKİNCİ Bölüm’de Kaldığımız Yerden Devam Edersek..:
Selim ve eşi Aysel ÇürükkayaAv: Hüseyin Yıldırım refakatın da Stockholm’e getirilip, bize teslim edildikten sonra; kendilerini üç hafta bir zaman süresinde, bizzat kendi evimde ağırlamışız.
Bu sırada yazmış olduğu, söz konusu ‘’Apo’nun Ayetleri’’ İsimli kitabı okuyup inceldik.
Resul ALTINOK (Davut) hakkında çok vicdansızca belirlemesi vardı o kitapta, Resul’u yekten ajanlıkla suçlamıştı.
‘’P.K.K Örgüt içinde ajandır diye infaz edilenlerin bir tek kişisi hariç, gerisi diye bilirim herkes suçsuzdu, tek suçları Kurdistan Ulusal Mücadelesine inanmış olmalarıydı.’’
Kendi deyimiyle o bir tek kişi de, ‘’ajan’’dediği, güya; Resul’muş. Biz bu noktaya karşı geldik ve kendisine karşı tavrımızı koyduk ve kendisine bu kısmın kitaba dahil edilmemesi gerektiğini, aksi takdirde biz; bu vebalın altına giremeyiz, diye kararlı bir şekilde tutumumuzu belirttik.
Bu konuda Av: Hüseyin Yıldırım çekimser kaldığını anımsıyorum. İhsan ŞENER Abim’de koymuş olduğumuz tutum ve davranışımızı destekleyince, Selim Çürükkaya çaresiz, Resul hakkında yazmış olduğu o kısmı kitabından çıkarttı.
O sıralar, kitap yazma konusunda kapsamlı işlevi olan, Macintosh marka, bir kompütör almış, kendi kitabım ‘’Adını Koyamadım’’ Adlı romanımı yazıyordum. Ama; henüz bende Türkçe klavyem olmadığından, Selim’in kitabına verilmesi gereken yeni düzenlemeyi ve kitabın mizanpaj’ını, almış olduğum bilgi sayara yapıp aktaramazdık, Türkçe klavye ve mizanpaj program eksikliğinden dolayı.
İhsan ŞENER Abim, Nayıf Kut (Laleş Kaso)’un da kitap yazdığını ve onun, Türkçe klavyesinin var olduğunu anımsatırken, Nayıf’e evimden telefon açıp, İhsan’la mutabık kaldıktan sonra, Selim ve Aysel’i, güvenlikli olarak alıp, İhsan’ın evine götürmüşüz. Oradan da Nayıf Kut’un evine aktarmışız kendilerini.
Nayıf, ailesiyle birlikte, Selim ve Aysel’i, 10-12 Günlük bir süre zarfında kendi evinde ağırlamış, sonra; onları tekrar, oradan, İhsan’ın organize ettiği refakat ile, İhsan’ın evine bırakmış, oradan da, evime getirmişiz, üstelik; bu gelişten sonra, kamuoyunda en itibarsız bir konumda dururken, kendisinin, kimi; Kürt Şahsiyet ve kanaat önderleriyle, örnek bağlamında, İbrahim Güçlü, Orhan Kotan ve benzerleriyle görüşmeleri, kendi evlerimizde, organize edilmiştir.
Ayrı yeten kendileri Nayıf Kut’un evlerindeyken, biz Selim Çürükkaya’yla kararlaştırdığımız programa göre; 14 Temmuz Yayınları isimli, yayın evinin resmiyette kurmak amacıyla, sahibi Av: Hüseyin Yıldırım olmak üzere, olası gelişecek, tehlike risklerine karşıda İhsan ŞENER’in adresini ve telefon numarasını vererek, İsveç ve daha başka Avrupa ülkelerine dağıtımın merkezinin bir adresi olarak, tayin etmiştik.
Bununla birlikte Selim ve Aysel’in kendilerine ait sağlam, güvenlikli ve korumalı bir evde bulunması için de, Av: Hüseyin Yıldırım’a ait İsveç’li bir ailenin ilişkisi sonucu, Stockholm’un, Fruängen semtinde bulunan evin, ön üç aylık kirası ödenerek kiralanması organize edilmişti.
Söz konusu bu faaliyetlerin giderleri de , ha keza; Sıraç ve Fuat KARAARSLAN tarafından karşılandı.
Bütün bu faaliyetlerin organizesinden sonra, kitap; anlattığımız ve anlatmaya çalıştığımız emeklerimiz sonucunda, o dönem ki, Gotab Matbaasında, mavi kapakla, ilk baskısı yapıldı. Zira; bir önce ki bölümde, Selim’in kurmaca düzenlemesiyle sunduğu video’da da göründüğü gibi, film kitabın basılmasından sonra düzenlenmiş, çünkü; basılan kitap, sunulan video kayıtta, rafların alt bölümünde durmaktadır. Ve Selim’in elinde tutuşturduğu ve ilişikte aktardığımız gibi; faturalarda da İhsan ŞENER’in adresi bulunmaktadır.
                                                              4. BÖLÜM
SOKAK AHALİSİNİN Nabzına dönük kendi arzularını yönlendirenlerin, insanlaşmaya dönük ne kendilerine, ne de sokak ahalisine, verecekleri hiçbir şeyleri yoktur, olamaz. Çünkü; onlar için önemli olan insanlaşmaya dönük kirliliklerinden, kötülüklerden arınma değil, kendi arzularının hastalıklı egosunu tatmin etmek için, daha fazla yalana, kirliklere ve gösterişlere eğilimli bir profil sergilemek, onların temel gayeleridir.
Ezilen toplumların bünyesinde karakter ve erdemden yoksun kişilerin hareket zeminlerinin devinimi, içsel bir panikle kaybettikleri arzularının koşullarını elde etmek için, daha fazla kendi toplumlarına dönük nefretin belirginleştiği ve ezenlerin tribünlerinde görünmenin yarışında olmalarına sıklıkla tanık olunur.
Çünkü; bu tür kişilerin zihin dünyalarının hastalıklı ve çok çetrefilli bir işleyişe sahip olduğundan, bütün yönelişleri, kendi toplumlarına karşı içsel bir nefret, toplumlarına ezilmişliğin koşullarını dayatanlara dönük ise, aşırı bir hayranlık beslerler.
Ezenlerin entelijansiyasıyla olan ilişkilerinde, kendilerine dönük duydukları aşırı özentileri, onlar tarafından kendilerine sunulan her türlü ilişkiye ve voltaya da çok rahat yem olabilmekteler.
Kürd ve Kürdistan’lı milletin olağan üstü kendilerine sunmuş olduğu emek ve fedakarlıkların sonucu, elde etmiş oldukları karizmayla, Öcalan’ın; Yalçın Küçük, Doğu Perinçek ve daha başkalarının mimarları oldukları projelere sarılması, Selim Çürükkaya’nın Taner Akçam ve onun kamuoyunca görünmeyen, ama; özünde sistemin aynı formülasyonlarına çıkan çabalarına kendisini endeksleyerek, ‘’…Ben Taner’i Kürdlere yedirtmeyeceğim.’’ Söylemi, Şükrü Gülmüş’ünher fırsatta, TUİÇ & STAJ Hasan Mesut Önder Koordinatörlüğü denetiminde sivil istihbarat kurumlarının çalışmalarıyla ve danışıklığıyla övündüğü ve bu övgünün hazını, Ocak Mediya’da Sinan Eskicioğlu’na dönük büyük sevgi ve hayranlıklarla göstermeleri tesadüf değil.
Bundandır, Şükrü Gülmüş’ün; ‘’İstediğim an istediğim kılığa girerim.’’ demesi, her an her kılığa bürünmenin itirafından başka ne olabilir..?
Yukarda mümkün olduğu oranda kısa sunumu yapılan bu tarz kişiliksizliklerin genel eğilim ve yönelişlerin, farklı varyantlarda sağ-sol, İslam’i kulvarlarda görünmeleri, ancak; ‘’Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu’’ esprisi içinde idrak edilebilir.
Her bir düzenek sistemin farklı paydaşları olarak algılanmalı, uzun uzadıya ele alınmayan bir çok nedenleri de buraya sıralamıyoruz.
Bu cibilliyetsizlere sormak gerekir, Kürd Halkı hangi fedakarlığı esirgedi ki, bu kadar fütursuzca Kürd toplumuna ve geçmişlerinize yabancılaşa bilmektesiniz..?
EĞER; Selim Çürükkaya, Almanya’da Sıraç ve Fuat KARAARSLAN ailesinin, İsveç’te ŞENER Ailesinin imkan ve olanakları ve de olağan üstü fedakarlarıyla, Kürd Kamuoyunda en itibarsız ve güvensiz oldukları bir ortamdan çıkarılıp, hoşgörülü ve kucaklayıcı bir ortama kavuşturulmasaydı, kendilerinin arkalarında sergilemiş oldukları suçlu pratikleriyle, kamuoyunca rağbet görmeleri ve itibar kazanmaları, imkansızlığın limitlerinde seyrediyordu.
Öyle ki; Kürd Kanaat Önderlerinden İbrahim GÜÇLÜ’de, bu arada kendilerine hoş görülü bir yaklaşım göstererek 1-2 gün, en üst düzeyde kendilerini, evinde ağırlamıştı. Sadece; İbrahim Hoca değil, birkaç DERSİM’li insanımızda aynı; insanî hassasiyeti sergileyerek, kendisini hanımı Aysel’le evinde ağırladı.
Her ne kadar daha sonra bu Dersim’li insanlarımız tarafından, kendilerine dönük izlenimlerinde, kendileri hakkında negatif bir intiba bırakmış olsalar da, biz her zaman, vermiş oldukları özeleştiri ve sözlerine bağlı olup, olamayacağını izleyip, görmekten yana tercihimizi koyarak, her şeye rağmen yardımlarımızı esirgemedik.
Sıraç KARAARSLAN’ın da, tutumu bu yöndeydi.
Bu yardımlar arasında, Selim’in ‘’Apo’nun Ayetleri’’ kitabının basımı konusunda ne gerekiyorsa, onu yaptık, kitabın basımından sonra; kitapların bir kesimini İhsan ŞENER ve onun ilişki ve de olanakları içinde, merkezi dağıtımın bayisi olmak üzere, kendisine bırakıldı, geriye kalan kitapları, üç ayrı valizin içine yerleştirerek Av: Hüseyin Yıldırım’la birlikte İsviçre’ye, ve bir kesimini Fransa’ya aktarmak için, kalan iki valizi de, Selim ve Aysel’le birlikte, her üçünü, tekrardan Almanya’ya , Sıraç ve Fuat KARAARSLAN Onların korumalarına ve barınma koşullarına sevk edilmişlerdir.
Kendileri buradayken mutabık kaldığımız programa göre, kitaplar Almanya’ya, İsviçre’ye, Fransa’ya ulaştırıldıktan sonra, Selim ve Aysel Çürükkaya, yanlarına Sıraç KARAARSLAN’ı da alıp, tekrardan yanımıza geri gelmeleri kararlaştırılmıştı.
Bunda ki amaç, biz; İsveç’te ilişki ve olanaklarımız çerçevesinde, Selim’in kendi kitabının tanıtımını yapmak için, bir basın toplantısının koşullarını organize edecektik.
Av: Hüseyin Yıldırım’da kendi ilişki ve olanakları içinde mümkün olduğu kadar, imkan varsa İsviçre ve Fransa’da LONGE MAY Sosyal-sivil kooperatifler Örgütünün imkan ve olanakları içinde, görsel ve yazılı basına, kitabın tanıtımı eşliğinde, birden çok basın toplantıları ve söyleşileri organize edilecekti.
Biz; Av: Hüseyin YıldırımSelim ve Aysel Çürükkaya’yı Stockholm’den yolculadıktan sonra, Sıraç ve Fuat KARAARSLAN’da Onları, Almanya’da karşılayıp, aynı itinayla kendilerini korumalarına almışlardır. Ta ki, tekrardan bizim yanımıza gelinceye kadar.
                                                        5. BÖLÜM
YAHUDİ Budunsalı olan, eski İtalya Krallığı Temsilciler Meclis Üyesi, ünlü sosyoloji ve siyaset bilimcisi Antonio GRAMSCİ’nin, ezenler ve ezilenler arasında sürüp giden mücadeleler tarihine ilişkin tezlerini yazılarına dökerken, önemli bir noktaya dikkat çeker; ezenlerin, ezilenlere kıyaslandığı sınıf ve ulusal savaşım atmosferinde, ezenlerin en büyük olanağı, her kuruma atanan eleman ve teknokratların yaşanmış tarihe ilişkin objektif verilerle donanmasından dolayı, her zaman ezilenlere karşı olağanüstü avantajlara sahip olduğunun altını, kalın bir şekilde çizer.
Bu önemli momentler üzerinde, çok daha kapsamlı derinleşen Gramsci, kuşaklar arası hafıza kopukluğu ve tarihi gerçeklerden bihaber olmalarının problematik sorunlarını da, ezilen avamın günlük yaşam takıntılarından dolayı, tarihe ve yaşanan gerçeklere duyarsız olup, örgütsüz olmaları, örgütlü olanlarında, tarihi; sadece, kendi örgütlü gücün pragmatik çıkarlarına göre, yansıtıp sunması, yeni kuşağı; tarih bilincinden atıl bırakıldığını da, ekler .
Bunun en büyük sorunlarından bir tanesi de, ezenlerin bünyesinde ki, elemanlar, teknokratların, devletin kendilerine sunulan imtiyazları vesilesiyle, devletin selameti için hareket ederken, ezilenlerin bünyesinde ki, varlıklar ise; toplum bilincinden mahrum olduğundan dolayı, toplumun selameti için değil, bireylerin kendi kişisel menfaatlerine öncelikli yaklaşması ve örgütlü olduğuyla avunan bireyin ve örgütlerin ise, bağlı bulunduğu ideolojik ve politik örgütlerin pragmatik çıkarlarına öncelik vermeleri, ezilenlerin yenilgiler yaşamasını, daha başından tetiklediğine dikkatleri çeker.
Yaşanan tarihi çok yönlü araştırıp, irdelemek, praksis sanatında yetkinleşmek, yeni kuşağın kendine ve toplumuna karşı sorumluluğunun bir gereğidir. Biz bu seri yazımızla ve tarihe düştüğümüz notla, yeni kuşağın sorumluluğuna dahil olan konulara, katkı sunmuş bulunuyoruz/bulunmaktayız.
Bütün bu bilgilerin duyarlığında hareket ettiğimizde, Selim Çürükkaya’nın ‘’Biz iki kişiydik, birde kitap’’ video sunumunun, her şeyi kendiyle başlatan ve harcanan emekleri inkara kalkışarak, kendi egosunun popülizmine yontan, nihai tahlilde bağlantılı ilişkilerine yaranmanın gururuyla vardığı/varacağı yer, Öcalan, Şükrü Gülmüş misali yaldızlı kalpazanların ve emek hırsızlarınkinden farklı bir konumlamada olmadığını, çok yalın bir şekilde göstermiştir/göstermeye devam etmektedir.
Biz, Sıraç KARAARSLANSelim ve Aysel Çürükkaya’ların ikinci gelişini beklerken, cezaevlerinin önlerinde, ilk sivil direnişi ve daha sonra ki, direniş faaliyetlerinin örgütçülerinden ve de direniş abidelerinden biri olma özelliğiyle Saliha ŞENER Anam, süreci daha yakından izlemek için, İsveç’e geldi.
Bu arada, basılmış ‘’Apo’nun Ayetleri’’ kitabının, bütün bölümleri İhsan ŞENER tarafından, kendisine KÜRDÇE’nin Kurmancî lehçesiyle, sözlü olarak tercüme edilmiş, izahı yapılmıştı. Kitabın içeriğini beğenmekle birlikte, ismini hiç beğenmemişti. Çünkü; kendisi Müslüman olduğundan dolayı, İBRAHİMΠDört Din kitaplarının dışında, sunulan söylemlerin ayet demesine anlam verememişti. Kadıncağız özünde haklıydı. Zira; Selim’de kitabın isim seçimini, sağlıklı bir seçimden ziyade, Salman Rüşdi’nin popülist durumuna çağrışım yaptığından, bu isimde karar kılmıştı. Nerden bilinir. Bu konuyu hiç kendisiyle tartışmaya açmadık, ihtiyaçta hissetmedik… (…)
Zira; Saliha Annem, 1986’dan beri, tarafımızca İsveç’e getirilmiş, bu münasebetle, permanent/kalıcı oturma izni, zaten bulunmaktaydı. Bu sebepledir ki; Saliha ŞENER İsmi etrafında, Şükrü Gülmüş gibi sivil istihbarat algı operatörlerinin ve daha farklı, art niyetli çevrelerin, kamuoyunda yaygınlaştırdıkları ve etkilemeye çalıştıkları ‘’sahipsiz kaldı, evde tek başınaydı’’ vesaire türü manipülatif/güdümleme propagandaların aslı astarı yoktur.
Bu tarz açıklamalarla, kimileri Saliha ŞENER Ananın ismini anarak, kendilerini gündeme taşımanın kurnazlığına girdi/bu tür kurnazlığa yeltenenler çok oldu. Biz, hiçbir zaman bu tür algı, yalan ve laf cambazlarını dikkate almadık ve alınmazda.
Saliha ŞENER Anam, misafirleri Sıraç KARAARSLAN’ı, Selim ve Aysel Çürükkaya’yı, İhsan ŞENER’in evinde Kürd usulü, nitelikli bir ağırlamayla karşıladı. Güvenlik kadrajına dahil olması gereken bütün noktaların, güvenliği eşliğinde. Bu anın izlenimlerini dile getirmek, aslında; bir romanın bir bölümü kadar uzun ve çok anlamlı bir betimleme eşliğinde dile getirile bilinir. Bunu sonra ki, bir sürece bırakalım.
Hem ben, hem de İhsan ŞENERSıraç KARAARSLAN’la ilk kez karşılaşıyorduk. Daha önce kendisinin ve kardeşi Fuat’ın isimlerini işitmiştik. Ama; görüşmüşlüğümüz olmamıştı.
Buna rağmen, aramızda çok sıcak bir ortam zuhur etmişti. Benden ziyade; İhsan’la daha fazla ortak özellikleri vardı. Benim dışımda hepsi Diyarbakır Zindan Direnişlerini farklı farklı tarihsel süreçlerde olsa bile, ortak acıları yaşamış, oradaki yaşamın değer yargıları ve kendilerinde bıraktığı karakteristik özelliklerin yaklaşımları, onları birbirleriyle daha ilk görüşme de kaynaştırmıştı.
O gün ve arkasından gelen gece, çok uzun sohbetlerle karşılanmıştı, tarafımızca.
Saliha ŞENER;Selim ve Aysel Çürükkaya’nın, geçmiş bütün olumsuzluklarına, oğlu Mehmet Cahit ŞENER’e dönük, yapılan vicdansız karartmalarına, artı; kendisine, ailesine ilişkin takınmış oldukları bütün vefasızlıklarına, hatta ihanete varan geçmiş tutumlarına rağmen, onlara zerreyi mıskal hissettirmemenin davranışları içinde, karşılayıp, sıklıkla da moral vermişti/veriyordu.
– Başınız eğilmesin, kaldırın başınızı, geçmişi geri getiremeyiz. Şimdiyi ve geleceği kurtarmaya bakalım. Ben her zaman olduğu gibi, yine de Annenizim. Yeter ki, cezaevinde olduğu gibi birbirimize tutunalım, bak o zaman, bu namusuz, hain, ihanetçi mi, (Öcalan’ı kastediyordu) yoksa; ülkemizin kurtuluşu uğrunda verilen direnişin emekçileri, hakkın sahipçileri, bizler mi kazanacağız.
O hain ihanetçi namussuza da, himayesinde olduğu, namusuz, sömürgeci Hafız El Assad rejimine de gösteririz.
Saliha ŞENER Ana, kendilerine bunun gibi yüzlerce öğütler sıralamıştı, o gece.
Bu süre zarfından sonra, kitabın dağıtım işlemleri, bütün imkan ve olanaklar içinde İhsan ŞENER ve gençlerinin, birde kendisinin ilişki de bulunduğu yurtsever insanlarımızın destekleriyle, katkılarıyla, ulaştırılması gereken her yere ulaştırılmaya canla, başla çalışılmıştı/çalışılıyordu.
Konuyu ve Selim Çürükkaya’nın basılan kitabı, ”Apo’nun Ayetleri” uluslar arası kamuoyunun dikkatine sunmak için, kapsamlı bir basın toplantısının düzenlemesi için, mutabık kaldığımız bir karara da varılmıştı.
Bunun da, organize edilmesinin faaliyetlerine girişilmişti.
İsveç’li gazeteci dostlarımızın yoluyla, İsveç’in en büyük ve saygın sabah gazetesi olan Dagens Nyheter’in, genel şef redaktörlüğünü yapan, hem de kültür redaksiyon bölümüne de bakan Arne RUTH’la, görüşmenin imkanları zorlanmıştı. Çünkü; Arne Ruth’la sağlanacak görüşmede kendisinin imkan ve olanakları içinde, İsveç’in diğer basın kuruluşların katılımı sağlanmaya çalışılacaktı.
Arne Ruth’ın faaliyetleri, sadece; Dagens Nyheter’deki iş bölümüyle sınırlı değildi. Aynı zamanda, kendisinin anlatımıyla, Stockholm Üniversitesinde medya, iletişim ve komünikasyon bölümünde, basın alanında öğrencilere belli sürelerle sınırlı ders verdiğini de, ilişkiyi sağlayan kız arkadaşıma açıklamıştı. Bu vesileyle görüşmek için zamanın olmadığını da eklemişti. Ama, bütün ricalarımızın sonucu, en son 20 dakikalık bir zaman süresine sığdırılacak bir randevuyu kendisinden alabilmiştik. Bunun da, ancak; ders değişimi anında, verilecek yemek molası sırasında karşılana bileceğini iletmişti, bize.
Ve bize verilen zamanda, Karlavägen 104 Stockholm adresine gidip, Arne Ruth ile görüştük. Zaten; görüşmemizin gerekçelerinin ön bilgilerini, görüşmeyi bize sağlayan İsveç’li dostlarımız tarafından kendilerine aktarılmıştı. Bu konuda biraz ek bilgiler eşliğinde, bize kapsamlı bir basın toplantısının organizesi konusunda yardım edilmesinin, bize özgü gerekçelerini açıkladık, kendisine.
Arne ile Selim arasında düşünce ve görüş belirleme çevirisi yaptığım safhada, Selim başladı, Kürd PEN KulübüSalahattin Erdem ve Gunter Wallraff’ın isimlerini zikretmeye/anmaya.
Onların yoluyla da, Almanya’da da bir basın toplantısını düzenlemenin imkanlarını zorlayacağını dile getirince, Arne’nin beklediği topu, Selim; önüne kendi eliyle atmıştı.
ArneRuthGunter WALLRAFF’laçok yakın dost olduğunu, basın toplantısının İsveç’te değil, Almanya’da yapılmasının haklı gerekçelerini açıkladıktan sonra;
– Söyle ona (Selim’e) madem Gunter Wallraff’ı tanıyor, bahsettiği arkadaşının yoluyla Wallraff’a ulaşsınlar, ben de buradan Gunter’e ulaşmaya çalışırım.
Wallraff’la mutabık olacak prosesleri, Selim’in kastettiği arkadaşına aktarırız, diyerek, bizimle geçirilecek zamanın olmadığını, randevu için ayrılan 20 dakikadan fazla konuşulduğunu, artık; derse girmesinin zorunluluğunu açıklayarak, bizden ayrılmak için, mütevazi bir şekilde izin alıp, çekip ders verilen sınıfına girdi.
Ben ile Selim görüşmeden sonra, Sıraç ve Aysel’in, kaldığı, daha önce bahsettiğim, Fuat KARAARSLAN‘ın maddi katkılarıyla Fruängen’de, kiralanan eve geldik.
                                                                              6. BÖLÜM
TARİH Anlatımı öznel/kişisel bir yazım alanıdır. Bu vesileyle; yeni nesillerimizin, yaşanmış tarihi olaylardan ders çıkarma duyarlılığı, öncelikle tarihi olaylara ilişkin yazılanların, ne kadar yaşanmış gerçeklerin bakış açısıyla ve yazanın kabul gördüğü dünya görüşü ve en önemlisi de yazanın değer yargıları sorgulanmadan, yaşanmış tarihi olaylar hakkında sağlıklı ve gerçekçi bilgilere ulaşılmayacağı, sağduyusu olan ve gerçek manada insanî vicdanı olan, sadakatlı her varlığın mutabık kalacağı noktalardır.
Bu vesileyle her ne kadar teolojik düşün dünyasına çok radikal ve köklü eleştirilerimiz olan, ama; genelde dünya ve özelde Rusya edebiyatının saygın değerlerinden Tolstoy’un, tarih anlatımına dönük bakış açısından dile getirilen;’’Tarih, eğer; gerçek olsaydı, tarih; mükemmel olurdu…’’

deyimine, gönül isterdi ki; yeni nesillimizin her ferdi anlam ve değer gösterip, kendi halkının yaşadığı acı badireleri bilince çıkarıp, fiziksel olarak aramızda olmayan, kendi emek ve fedakarlıklarını dile getirebilecek imkan ve olanaklardan mahrum olan emektarların, hak hukukuna sahip çıkmak, İNSANLIĞIN YÜCE DAVASI İçin, dürüst her varlığın insanî görevidir.
YUKARDA Kİ Ön notu düşerek, konumuz Selim Çürükkaya’nın ‘’Apo’nun Ayetleri’’ isimli kitap için, tasarladığımız çok kapsamlı basın toplantısının imkan ve olanaklarını Selim Çürükkaya, fodul ve embesil karakterli özelliğinin davranışlarıyla, kendi eliyle bitirmişti.
Sıraç KARAARSLAN ve Aysel Çürükkaya’nın, Fuat KARAARSLAN’ın kiraladığı eve gelinceye kadar, olanaklar konusunda Selim Çürükkaya’yla olan konuşmamıza, Sıraç KARAARSLAN ve daha sonra gelen İhsan ŞENERAv: Hüseyin Yıldırım eşliğiyle devam etti.
Bütün çareler üzerine istişare ettiğimiz, sağlıklı bir tek konu, Hüseyin Erdem yoluyla, Günter Wallraff’ı ikna etmek üzerinde mutabık olunmuştu, uluslar arası basının gündemine haber konusu olmak için.
Her ne kadar Hüseyin Erdem, Selim’in, Lübnan’dan Almanya’ya getirilmesine katkı sunmuş olsa da, bunu; asla Selim Çürükkaya için değil, Sıraç ve Fuat KARAARSLAN’ların, Şeyh SAİD Hadisesinin saygın emektarı Yib MEHUN’un torunları olarak, sergiledikleri tutum ve davranışların sonucu, çevrelerinde yaratmış oldukları güven ve saygınlığa olan itibardan dolayı; ancak, kendisinin gizlilik güvenliğinin garantisi, kendileri tarafında verildiği takdirde yardım edebileceğini beyan ettiğini, Sıraç ile olan samimi sohbetlerimizde bana açıklamıştı.
Çok haklıydı da. Çünkü; o tarihler de Öcalan’ın kültü etrafında, toplumun kapıldığı histeriksel sendrom , varlıkları; birer serseri mayın yapmıştı adeta, bu korku çemberini yıkmak, kolay bir şey değildi. Eğer; böylesi, insanî meziyetlere sahip olan, toplumun erdemli insanların emekleri sonucu olmasaydı, bu korku çemberi kırılamazdı.
Kısa bir zaman sonra, Sıraç KARAARSLAN’la birlikte, Selim ve Aysel Çürükkaya, yanlarında bir bavul kitap alarak tekrar Almanya’ya geri döndüler.
Onlar Almanya’ya gittikten sonra, aradan bir-iki ay geçmemişti, Avrupa genel sorumluluğun Faysal Dunlayıcı (Kani Yılmaz) ‘da olduğu, Mustafa Karasu, Ali SapanAhmet Yavuz’un ve daha başka kişilerin Avrupa Komitesinde yer aldığı, ortak bir icraatın sonucu, Fuat KARAARSLAN, bir terör saldırısı sonucu, çok feci bir şekilde yaralandığının haberi bize ulaştı.
Saldırı, ‘’iyi niyet’’ jestleri sunularak, tezgahlanıp; çok sinsi bir kumpasla tertiplenmişti. Fuat KARAARSLAN, ölümden kıl payı kurtulmuştu. Bu olay kafalara bir çok soru işareti getirmişti, elbet.
Mamafih; Selim Çürükkaya’nın, konuyu sadece; ‘’okurlarımın saldırılara maruz kaldığıyla’’ yorumlayıp sınırlama tarzı ve basına yapılan ilk açıklama yorumları, ve daha sonra davranış ve yorumlamayı kendi egosunun popülaritesi etrafında şekillendirmesi, en sonda; söz konusu ‘’Biz, iki kişiydik bir de kitap’’ kurmaca senaryosuyla yaptığı tarihi gerçekleri ve emekleri inkar ve de karartma girişimi, ister istemez akıllara Fuat KARAARSLAN’a dönük saldırının muvazaalı işlemlerle ısmarlandığının sorusunun mimlenmesini beraberinde doğrulamaktadır.
Konuyu böylesi bir temada mercek altına tutmanın daha bir çok yan gerekçeleri de bulunmaktadır. Ama; Selim Çürükkaya her ne kadar bize yansıttığı görünüm ve sergilemiş olduğu saman altında su yürütme pratiği, düşünsel planda bizi kendisi hakkında, 19 Temmuz 2009 Tarihlerinde o dönemler Sabah Gazetesi köşe yazarlarından, Mahmut Övür’ün, Tuncay Güney’in açıklamalarına dayanarak, ortaya sürdüğü iddialarla ve ‘’siyasal yönetim’’ marifeti diye yansıtılan, ama; özünde her tür kirliliğin pandora kutusu olan yapay ‘’Türkiye’’ egemenlik sisteminin aynası olan Ergenekon Davasının77. Oturumunda Veli Küçük ile ilişkilendirmeye yorumlanması konusunda vicdanımız bizi daraltıyorsa da, kendisinin cephesinde bizimle olan ilişki tarzı ve yansıyan pratiği, Öcalan ve Kendisinin (Öcalan’ın) P.K.K Bünyesinde ki, çetrefili derin yapılanmasının, dönemin kendine özgü zaman diliminin hesap ve projelerine bir payanda olarak misyon yüklenmesinden muaf tutma, naifliğine de sevk etmez.
Bu yaklaşımısın kendine özgü gerekçelerini de insanî meziyetimizin sorumluluğu dahilinde şöyle sıralaya biliriz:
A) İnsanî meziyeti olan; kanında ve ruhunda soylu bir erdemlik hisseden hiçbir varlık, her tür riski göze alarak kendisine, her tür yardım yapılmasına rağmen, kalkıp, söz konusu sürecin anılarına ilişkin topluma aktaracağı bir anlatımı olan birey, hayatta olmayan bu fedakar, emek sahiplerini anmıyorsa, sorun eğer; psikolojik rahatsızlıklardan kaynaklanmıyorsa, sergilediği pratik, bir komplonun payandasıyla örtüşür.
B) İnsanî meziyeti olan; tanık olduğu tarihi karartmaz, yaşanan tarihi kendi menfaatine, emellerine dönük kurgulayıp ta, toplumu ve gelecek nesillerin gerçekleri bilme hakkının özgürlüğüne kastetmez.
C) İnsanî meziyeti olan; sağlıklı toplumsal birey, toplumsal değerlerden yoksun bir tutum içine girerek, geçmiş ve gelecek kavramında kendini soyutlayıp, yaşamı anlık zaman dilimiyle idame ederek, menfaati doğrultusunda çarpıtarak, başkasını mağdur duruma düşürmez.
D) İnsanî meziyeti olan; kendi egosunun popülaritesi ve her tür çıkarı için bırakalım kumpas kurmayı, başkasına zerreyi mıskal zarar getirecek ve ya mağdur olabilecek bir girişimin payandası olmaz.
E) İnsanî meziyeti olan; vefasızlığa yeltenmez, kütlesi ve çapı düşünülmeden karşılaştığı her iyiliğin ve manevi-maddi sunumun değerine her zaman sadakat göstermesini bilir.
F) İnsanî meziyeti olan; tarihe yalancı şahitlik yapmaz.
Kendisine, hanımına ve kardeşi ile kardeşinin ailesine maddi ve manevi her tür yardım yapılan Selim Çürükkaya’nın, tutum ve davranışlarında, bunların hiç birinin pratiği sergilenmemiştir. Üstelik; ‘’Biz, iki kişiydik bir de kitap’’ çekimin ta o tarihlerde maksatlı kurgulanmış olması göz önüne alındığında, kendisi hakkında ki söylediklerimizi daha fazla anlaşılır kılmaktadır.
Oysa; Selim Çürükkaya, iyi niyetli ve temiz kalpli olsaydı. Kendisine yapılan bütün iyilikleri söz konusu kurguladığı ‘’Biz, iki kişiydik bir de kitap’’ video kayıtta yansıtsaydı, biz dahil herkes, o’nun ne kadar dürüst, vefalı birisi olduğunu her yerde anardık/anılırdı. Ama; o ne yapıyor, çıkıp dürüst bir şekilde, kirliliklerini, suçlarını itiraf edip, soylu Kürd ve Kürdistan’lılardan özür dileyeceğine, tayfalarından ‘’Tayip Dağ’’ isimli bir miçosunun yoluyla, kendisi olmasaymış, Mehmet Cahit ŞENER, tarihte unutulacakmış diye, yazılarımızın altına not düşmektedir.
O’da, Öcalan ve Şükrü Gülmüş fırlaması gibi, sokaktaki cahil, histeriksel avamın nabzına oynayarak, yaşanan gerçekleri anlatım yazı dizimizi, duygu sömürüsüyle caydırmayı denemektedir.
Kendilerinin varlık nedenlerinin, Mehmet Cahit ŞENER Gibi soylu insanlarımızın emek ve değerlerinde yattığını, onursuzluğundan dolayı kabullenememektedir. Tıpkı; Öcalan ve Şükrü Gülmüş gibi cibilliyetsizler gibi.
Bütün bu soysuz davranışlarına rağmen, Sıraç ve Fuat KARAARSLAN2001’de, Sıraç KARAASLAN’ın yapılan düğününe kendisiyle birlikte, suç ortağı patroniçe Aysel Çürükkaya’da davet edildi.
Bunda ki maksat, Apoculuğun korku cenderesini kitlelerin nezdinde kırıp, halkımızın bünyesinde onurlu ve sağlıklı iradelerin yan yana gelmesine katkı sunmaktı.
Bununla; Öcalan ve Onun arkasında ki, Hafız El Assad sömürgeci devlet mekanizmasına, soylu Kürd ve Kürdistan’lıların, YÜCE RAB’den başka, kimseden asla korkularının olmadığını, soylu bir kavgada, şaha kaldırılan atın asla ve asla geri çekilmeyeceğini göstermenin bir iradesi olarak yansıtılmıştı.
Ki bu gösterilen hassasiyet, sadece; Almanya’da ki halk kitlesinde değil, Avrupa’nın bir çok ülkesinde cesaretlenme bağlamında domino etkisi yapmıştı.
Daha sonra, Selim Çürükkaya ve bir dönem Avrupa sorumlularından Akif Hasan ile birlikte, İsveç’e gelip, bir gazetenin çıkarılması için bir öneri sunumuyla yanımıza geldiler.
Birlikte toplandığımız buluşma da, İhsan ŞENER ve Av: Hüseyin Yıldırım dışında, orada bulunan Akif Hasan, İbrahim Aydın, Cangir Hazır (Sarı Baran), buluşmanın toplantısında birer süs elemanlarıydılar.
Her ne kadar ben bu ekibe karşı her zaman temkinli davranmış olsam bile, İhsan ŞENER’in ricalarıyla, düşünülen Kürdistan Aktüel İnter Net Gazetesinin faaliyetlerinde karar kıldık ve gazeteyi yayınladık.Gazetenin maddi masrafları Ben ve Çürükkaya Ailesinin onurlu iradesi Dr: Sait ÇÜRÜKKAYA İnsanımız karşılamıştık. Ama; gazetenin ağırlık yükünü ben sırtlamıştım. Bu hadisede başlı başına uzun bir yazı konusudur. Bir müddet sonra; tıpkı Öcalan puştunun ayak oyunları gibi, bizi ortamdan bıktırtıp, ayrılmamız için ve bütün emeklerimize, çalışmalarımıza konmak için, kendisiyle birlikte, Murat Dağdelen ve Mehmet Can Yüce’nin mutabık olduğu, sinsi bir hırsızlık hüneriyle, gazetemizin teknik kodlarını değiştirerek, çok ahlaksız bir şekilde bizi diskalifiye ettiler ve böylece; bütün emeklerin, çalışmaların dışarıya, kendisinin bir çalışmasının ve emeğinin ürünü olduğu yönünde, çok küstah, kibirli görünüm verdiler, kendilerine.

Selim ve suç ortağı kirliliğin patroniçesi Aysel Çürükkaya’nın tarihi karartma, emekleri inkar etme, Necmettin Çürükkaya’nın bile, Aysel’i sahiplenmediği hatta ve hatta Selim henüz Almanya’ya gelmeden önce, korku sendromu içinde, Aysel’i Apoculara teslim etmekte kararlı olan, Necmettin’e bile, sahiplik yapan, Sıraç ve Fuat KARAARSLAN’ın emeklerinin inkarına davetiye verilen ‘’Biz, iki kişiydik bir de kitap’’ kurmaca senaryonun gerçek yaşanılan hikayesi bu…!
Bizi okuyan ve zamanını veren bütün okurlara teşekkür ederiz. Bu seri yazımızın, Selim Çürükkaya ilgili bölümü burada noktalayarak. 7. Bölümde; Şükrü Gülmüş ve Nasname paravanına geçelim. Buluşmak dileğiyle.
m. şerif şener
2024-03-26

İşlemler

Information

Yorum bırakın